Dağbaşı 2 - Tanışma

o küçük ama çok küçük köyün adı bile yokluğunu anlatıyordu - Dağbaşı Köyü


Köydeki ilk sabahımızda mutfakta piknik tüpünde çay ve kahvaltı hazırlarken mutfak penceresinden ‘Yenge!’ diye bir ses geldi, bir çift mavi göz pencereye ancak yetişmiş bana sesleniyordu. Anladım ki burada teyze yerine yenge deniyordu.

Yenge senin çocuğun var mı, diye sordu. Çocuğum değil de köpeğim olduğunu öğrenince biraz bozuldu aslında ama belli etmemeye çalıştı. ‘Bugün sana gelecekmiş kadınlar annem öyle dedi’, annen kim senin, diye sordum Ebe Fatma dedi.

Ebe Fatma’nın beş yaşındaki kızı Şengül, başlı başına anlatılması gereken bir karakter. Her derde deva, bin bir marifet, sohbeti ilginç, annesinin sağ kolu ama bunlardan habersiz. Her sabah mutfak penceremde buluşurduk onunla, mutlaka bir şeyimiz olurdu paylaşacak. Ben ona kendi yaptığım sütlü ekmeklerden verirdim, o bana kendi dünyasında ne olup bittiğini anlatırdı.

Kadınlar gelecekti, hazırlanmak istiyordum onlar için ama nasıl olacaktı. Henüz bir fırın ya da düzgün bir ocağımız olmadığı için, onlara ikram edebileceğim bir şey yapamıyordum. Son çare bakkaldan bisküvi bulabildim ikram etmek için. Ortalığı biraz daha düzeltip, masanın üzerine ilçeden aldığım güzel yerel örtülerden birini örttüm.

Kadınlar öğleden sonra geldiler, hepsinin üzerlerinde örtüleri vardı ve yüzleri kapalıydı. Sırayla girdiler içeriye ve oturdular. Ben de geleneklere saygılı bir genç kadın olarak sıradan öptüm ellerini. Ben her el öptükçe, bir kıkırdamadır gidiyor. Ben de şaşkın gülümsüyorum.

Sonunda evde erkek olmadığından emin oldular ve açtılar örtülerini ve yüzlerini. O zaman anladım tabi niye güldürdüğümü onları. Kadınların çoğu benimle aynı yaşlardaydı, hele bir tanesi 15-16 yaşlarında bir genç kızdı.

Çok mahcup oldum, ne diyeceğimi bilemedim, yüzüm fena kızardı ama en azından birlikte güldük epeyce. Ben bir ara mutfağa gittiğimde kendi aralarında yeniden kıkırdamaya başladılar. Gelince sordum, yine ne yaptım da sizi güldürdüm diye.

Kafalarıyla masayı işaret ettiler, bir yandan da gülmeye devam ediyorlar. Masa örtüsüne güldüklerini anladım. Ya evet, sizin örtüler, Araklı’dan aldım çok beğendim, güzel olmuş mu dedim, bu sözümün üzerine birbirlerine yaslana yaslana gülmeye başladılar bir de. Sonunda biri açıkladı, bizim namaz örtümüz o, ona gülüyoruz diye.

Ben yine kızardım tabi, ama ne yapayım çok güzeldi, bilmiyordum, saygısızlık etmek istemedim gibilerden bir şeyler söyledim. Onlar, olsun olsun güzel olmuş diyerek beni kurtardılar. Ama gülüşmeler zincirleme gidiyordu.  Sonraları ben örtülerimi evin çeşitli yerlerinde farklı amaçlarla kullanmaya devam ettim, onlar da gülmeye devam etti. 

Zamanla ben de onları evlerinde ziyaret ettim, birbirimize ısınmıştık, beni olduğum gibi kabul ettiler, ne giydiklerime ne yaptıklarıma bir laf etmediler, sadece gülüşüyorduk birlikte halimize. 

Ben böyle evleri gezerken, orada burada tanıştığım kadınlarla içli dışlı olurken, bir gün  Fatma ebe beni bir köşeye çekti, ya senin kafanda bit var dedi. Nasıl oldu bu diye hayretle sordum, o da bana eh, sen her önüne gelene sarılırsan böyle olur tabi diyerek beni ne diyeceğimi bilemediğim bir durumla baş başa bıraktı. 

Hemen ilçeden bir bit şampuanı aldırdık ve ben herkesin görebileceği şekilde dışarıya oturdum, Fatma ebe'den bitlerimi ve yumurtalarını ince tarakla temizlemesini rica ettim. 

Fatma ebe, ne yapıyorsun herkes görecek burada dedi. İyi ya dedim, bende bit olduğunu görenler bana sarılmaz, böylece onlara da geçirmem. Yine pencerelerden bakıp epey eğlendiler benimle. Yatak, yorgan ne varsa çıkardık dışarıya, bütün ev benimle birlikte bir güzel güneşlendi ve temizlendi.

Burada gördüğüm köylü kadınların hepsi zayıftı, hiç kilolu olanını görmedim. Zayıf olmaları, çok hareketli olmalarından ve az et tüketiyor olmalarındandı sanırım. Bir defasında evi bir aşağı köyle bizim köyün arasında olan tanımadığım birisinden, ‘Yiri Fadime’ diye bahsettiklerini duymuştum, köyün tek kilolu kadını olduğu için böyle bir isim takılmış ona.

Bu küçük köyün kadınlarını tanıdıkça daha çok şaşırıyordum. Onları Dağbaşı’nın sarp yollarında sırtlarında dağ gibi yükleri, topladıkları dalları belleri bükülmüş taşırken görüyordum, bir yandan da çorap örüyorlardı yürürlerken. Kadınlar tarlada çalışıyor, sonra evde çalışıyor, çocuklarını büyütüyor, yaşamın her alanına yetişiyorlardı.

Erkekler eşlerinden bahsederken ev sahibim diyorlardı. Neden böyle dediklerini anlamak biraz zaman aldı. Kadınların bir çeşit üstünlüğü vardı, erkekleri çalışmaz kahvede otururdu. Bir keresinde dayanamayıp niye onlar da çalışmıyor dediğimde, benim elim ayağım tutuyor ben çalışıyorum, onu niye çalıştırayım ki demişti bir kadın. Eşini çalıştıran kadın, kendisini adeta aciz görüyordu. Dolayısıyla da her şeyi yapan, hayatı çekip çeviren olduğu için erkeklerin ev sahibiydi kadınlar. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder